REZERV YAPI ALANI İLANININ ANLAMI KONULU 27 KASIM 2023 TARİHİNDE YAPILAN ZOOM TOPLANTI SONUÇ BİLDİRİSİ

img

Depremler neden afete dönüşüyor?

Merkezi yönetimdeki ve yerel yönetimlerdeki bilimi, sanatı ve üniversiteleri, meslek odalarını ve toplumsal katılımı dışlayan kentleşme politikaları ve buna bağlı olarak yapı üretim ve denetim sistemi 6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinde çöktü. Sağlıksız, kalitesiz ve güvenli olmayan kentler üreten bu sistem ve sistemin çöküşü bizlere çok pahalıya mal oldu! Merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin afet yönetim politikasının ve hazırlıklarının olmadığını gördük. Birgün olacağı kesin olarak bilindiği halde, depremlere yüzyıllar boyunca ve defalarca, umursamaz biçimde hazırlıksız yakalanmış olmamızın, deprem gibi aslında sıradan bir doğa olayının felaketlere yol açmasının sebeplerini unutmamamız ve unutturmamamız gerekiyor.

Felaketin nedenlerini kısaca hatırlarsak;

Sağlıksız, kontrolsüz ve altyapısız gelişen şehirler.

Fay hatları üzerinde ve yakınında yapılaşmaya, şehirler kurmaya devam edilmesi.

Tarım alanlarının, dere, nehir yataklarının yapılaşmaya açılması.

İmar hukuksuzlukları ve imar afları.

Uygun olmayan yapı malzemeleri ve yapı teknikleri kullanılması.

Müteahhitlerin yetersizlikleri.

Denetimsizlik.

Mevzuat ihtiyacı.

Yapı çeşitliliğine önem vermemek.

Sorumluları doğru tespit ederek, hesap sormamak. Yapanın yanına kar kalması.

Kısaca topluma kılavuzluk eden-rol model olan kişi, kurum ve kuruluşlarda sorun var.

Depremde canlarımızı kaybettik. Saniyeler içinde malımız mülkümüz enkaza döndü. Depremden 9 ay sonra hükümetin ürettiği çözüm; ömür boyu çalışıp aldığımız, bize miras kalmış gayrı menkullerimize, özel yasa çıkararak, rezerv yapı alanı adıyla el koymak. Mülkiyet hakkımızı elimizden almak. Sonra da bizim malımızı dilediği gibi tasarruf etmek. Maliyeti de bize fatura etmek. Bunları da  ‘kamu yararı’ olarak propaganda yapmak!

Oysaki; Hatay’ımızın geçici barınma, enerji, eğitim, sağlık, adalet, ulaşım, altyapı, atık yönetimi ve ekolojik kırım, şehir planlaması, ekonomik canlanma-kalkınma sorunları çözülmüş değil. Sorunları çözmek için Hatay’ın bir afet bütçesi dahi yok. Hatay’ı ayağa kaldırmak için Hatay’a aktarılan kaynak, toplanan bağışlar ve yardımlar, vergiler, deprem sebebiyle ek vergiler, yeni ihdas edilen, arttırılmış vergiler, alınan borç ve krediler nerede kullanılıyor bilinmiyor. Ama, Hatay’da kullanılmadığını biliyoruz! Toplanan paralar, uluslararası kredilerden gelen paralar ve hazine hükümetin değil, halkındır ve halk için harcanması gerekir. Hatay için şimdi harcanmazsa, ne zaman?

Anayasamıza göre; Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan adına da ‘kamu yararı’ denilen uygulamalar karşısında ENDİŞELİYİZ!

ENDİŞELİYİZ! ÇÜNKÜ;

Önce, Antakya’nın özel mülkiyete konu tarihi kent merkezini riskli alan ilan edip, mülk sahiplerine haber vermeksizin, bu alana dozerlerle girip, fiili durum yaratarak kentsel dönüşüm uygulamaya hazır hale getirdiler. Bu alandaki kültürel varlıkları koruma yasalarını ve kurallarını, sözleşme haklarını, mülkiyet haklarını ihlal ettiler, ediyorlar. Yerin altına da üstüne de sahip çıkıyorlar. Riskli alanı rant alanına dönüştürüyorlar. Her kritik konuda ‘özel sektörü’ görevlendirmiş durumdalar.

ENDİŞELİYİZ! ÇÜNKÜ;

Şimdi de, Antakya ve Defne ilçelerinin merkez dahil, çoğu özel mülkiyete ait 207 hektarlık bir bölümünü rezerv yapı alanı ilan ettiler. Sorun depreme hazırlıksız yakalanmaları-ciddi bir afet yönetim politikaları olmaması değilmiş gibi, tek sorun ve engel vatandaşın mülkiyet haklarıymış gibi hareket ediyorlar. Bu özel mülkiyete konu alana da mülk sahiplerine haber vermeden, dozerlerle girip fiili durum yaratarak temel attılar, TOKİ ve seçili müteahhitlerine iş yaratıp, rezerv alanı, ayrıcalıklı imar alanına dolayısıyla da rant alanına dönüştürüyorlar. Her yol, hibe ve kredi dahil, TOKİ ve müteahhitlerine yönlendiriyor.

ENDİŞELİYİZ ÇÜNKÜ;

Sorunun sebebi; deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında (bugün dahil) uygulanacak ciddi bir afet yönetim politikası olmaması. Bu hususu ve şeffaf-samimi-katılımcı çözümü ihmal edip, sorunu özel mülkiyet olarak görmek ve ilan etmek, sosyal hukuk devletinde fiili durum yaratarak mülkiyet haklarını ihlal etmek kent merkezlerini (kalbini) arsaya dönüştürüp, etütsüz, plansız biçimde müteahhitlere teslim etmek, temel atmak, sadece soyut vaatlerde bulunmak ciddi hatadır, sorunlar üretir.
Plansız kent olmaz, plansız inşaat ve kentleşme ise, ‘arabayı atın önüne koşmaktır’
Merkezi hükümet; yerel yönetimler, meslek odaları, üniversiteler, STK’lar, kent konseyleri ile dayanışma içinde icraat yapmıyorsa, ‘şekli’ ve ‘dayatmacı’ toplantılar yapmak yerine, sorunun çözümü için halkın ve kentin, tüm bileşenlerin önünü açmalı. Kamu hizmeti ve kamu yararı için tam destek sunmalı. Sosyal hukuk devletinde, gerçek ve samimi ‘kamu yararı’ uygulaması böyle olur.

ENDİŞELİYİZ! ÇÜNKÜ;

Önce fiili durum yaratıp, uyguladılar. Mülk sahiplerine tebligat yapmadan-haber vermeden, kentin %80’i-%90’ı yıkıldı beyanları arasında, depremin yıkamadığı yapıları da yıktılar. Koca kenti arsaya dönüştürdüler. Mevzuat değişikliği uygulamayı takip etti.

Bunları yaparken, yetersiz hibe ve uzun vadeli kredi vaatleri ve propagandası arasında hak sahipliği yerinde dönüşüm adı altında mülk sahiplerinden itiraz etmeyeceklerine dair beyanlar aldılar. Oysaki; depremden 9 ay sonra, bugün dahi, hak sahipliğinin ve yerinde dönüşümün ‘adı var, kendisi yok.’ Kimse nerede, neye, ne zaman, nasıl, hangi maliyetle hak sahibi olduğunu bilmiyor! Her şeyi geleceğin belirsizliğine ve yasal boşluklara havale ediyorlar!

Bugün gelinen noktada insanların mülkiyetine ‘rezerv yapı alanı ilan ettik’ diyerek el konuluyor.

Üstelik rezerv yapı alanı belirleme kriterleri somut, net ve mevcut değil. Fay hatlarının üzeri, dere-nehir kenarları, yeşil alan diye ilan edilen yârler rezerv yapı alanı olarak ilan ediliyor. Rezerv yapı alanının 207 hektar olduğunun daha az ya da fazla olmadığının bilimsel nedenleri dahi belirsiz ve bilinmiyor.

Hak sahibi olmanın, yerinde dönüşüm hakkının güvencesi belirsizlik ve güvensizlik içinde aşınmış durumda! Hataylıların gelecek beklentileri dahi karartılıyor. Her şey TOKİ ve müteahhitlerine, pazarlık usulüyle devlet ihalelerine endeksleniyor. Mülk sahiplerine çıkarılacak maliyetler de buna dahil!

ENDİŞELİYİZ ÇÜNKÜ;

Bakanlığın internet sitesinde (https://istanbul.csb.gov.tr/rezerv-yapi-alani-i-3121) saymış olduğu, aşağıda yer vermiş olduğumuz yetkiler başlı başına mevcut ve gelecekteki risklerin, sorunların, belirsizliklerin ve güvensizliğin habercisidir. Üstelik sorun sadece Hatay’a ait değil, tüm Türkiye’ye aittir:

“ Bakanlığımız:

  1. a) Riskli yapılara, rezerv yapı alanlarına ve riskli yapıların bulunduğu taşınmazlara ilişkin her tür harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenleme işlemleri ile toplulaştırma yapmaya,
  2. b) Bu alanlarda bulunan taşınmazları satın almaya, ön alım hakkını kullanmaya, bağımsız bölümler de dâhil olmak üzere taşınmazları trampaya, taşınmaz mülkiyetini veya imar haklarını başka bir alana aktarmaya,
  3. c) Aynı alanlara ilişkin taşınmaz mülkiyetini anlaşma sağlanmak kaydı ile menkul değere dönüştürmeye,

ç) Kamu ve özel sektör işbirliğine dayanan usuller uygulamaya, kat veya hasılat karşılığı usulleri de dâhil olmak üzere inşaat yapmaya veya yaptırmaya, arsa paylarını belirlemeye,

  1. d) Kat Mülkiyeti Kanunundaki esaslara göre paylaştırmaya, payları ayırmaya veya birleştirmeye, Medenî Kanun uyarınca sınırlı ayni hak tesis etmeye

yetkilidir.”

Anayasaya aykırı yasadaki yetkiler bununla da bitmiyor: ÇŞİD Bakanlığı; rezerv yapı alanlarında her türlü imar ve yapılaşma hizmetlerini durdurulabilir; taşınmazların satışını, devrini ve kiralanmasını yasaklayabilir. Yapıların, elektrik, su ve doğalgazını kestirebilir. Rezerv yapı alanında bulunan sağlam binaları da kendi uygulayacağı proje bütünlüğünü gerekçe göstererek yıkabilir…

 

ENDİŞELİYİZ ÇÜNKÜ;

Devletin kamu hizmetlerini sunmak için taşınmaza ihtiyacı olabilir. Devletin elinde kamu hizmetini sunmak için yeterli ya da uygun taşınmaz yoksa, devlet, kamu yararı gerekçesiyle ve yasalardaki prosedürlere uygun olarak özel mülkiyete ait taşınmazlara el koyabilir. Titizlikle uygulanması gereken bu el koyma; kamulaştırma ve acele kamulaştırma denilen yöntemlere göre olur. Bir diğer yöntem; trampa yoluyla kamulaştırmadır. Şimdi, depremden 9 ay sonra, çözüm diye gayrı vazıh biçimde icat edilen kamulaştırma benzeri, dolaylı, örtülü kamulaştırmanın yeni adı; Anayasaya aykırı olarak ‘özel mülkleri rezerv yapı alanı ilan etmek.’ Rezerv yapı alanı ilan etme; mülkiyet hakkına doğrudan müdahale edilmesi, dolayısıyla da mülkiyet hakkının kısıtlanması ya da sona ermesi niteliğindedir. Bu nedenle Anayasaya aykırıdır.

Anayasamızın 46’ncı maddesine ve yerleşik içtihatlara göre; kamulaştırma bedelinin nakden ve peşin ödenmesi esastır. Keyfi ve belirsizlikler içinde kamulaştırma yapılamaz. Bedelsiz el koyma ya da kamulaştırma olmaz. Kamulaştırma kararı olmadan bir mülke müdahale edilmesi veya herhangi bir suretle el konulması mümkün değildir. Bu bakımdan, özel mülkü rezerv yapı alanı ilan etme Anayasaya aykırıdır, kamulaştırmasız el atmadır.

Kamulaştırma yapılabilmesi ya da rezerv alan ilan edilebilmesi için öncelikle ortada bilime ve sanata uygun plan ve proje olması ve bunların ciddi analizlere, örneğin zemin etütlerine ve bilimsel değerlendirmelere dayanmış olması gerekir. Hatay’ın üzerine kurulduğu havzada, özellikle rezerv yapı alanı ilan edilen Asi Nehrine yakın bölge zemininde deprem sebebiyle olan değişiklikler, jeolojik etütler, mikro bölgeleme, alüvyon derinliği, sismik dalga etkisi, yeni faylar, yer altı sularındaki değişim vs belli olmadan şehir planlaması yapmak, şehir planlaması olmadan da TOKİ vasıtasıyla imar ve mimari uygulamaları-projeleri başlatmak hukuka, bilime ve sanata aykırıdır. Depreme dirençli yapılaşmaya ve kentleşmeye aykırıdır. Kısacası; yerleşime uygun alan olmayan zemine sahip Antakya’da deprem-zemin-yapı ilişkisinin sağlıklı olması olmazsa olmaz önemdedir.

Ortada mevcut geçerli bir plan ve proje olmadığı için; özel mülkiyete ait ada ve parsellere inşa edilecek hastane, okul gibi yapılar bilinmiyor. Ama, bunlar tapuya kamu mülkiyetine ait taşınmaz olarak tescil edilecek. Özel mülklere yapılacak yol, park, meydanların ise, tapuya tescili dahi gerekmeyecek. Bu durum mülkiyet hakkı kargaşasına ve ihlaline yol açar. Müteahhitlere kat ya da arsa karşılığı yaptırılacak, KÖİ Modeliyle yaptırılacak inşaatlardan pay verilmesi, esas mülk sahiplerine başka yerlerde konut önerilmesi de mülkiyet hakkı ihlalidir.

Rezerv yapı alanı ilanı; mevcut ve yürürlükte olan imar mevzuatıyla ve uygulamasıyla çelişiyor. Onları ‘yok sayıyor’. Bunu yaparken de yerel idareleri, yetkilerini ve fonksiyonlarını, özerkliklerini de ‘yok sayıyor’.

Rezerv yapı alanı ilanında; kamu hizmeti-kamu yararı-bireysel yarar arasında hiçbir denge kurulmadığı, aralarındaki ilişkinin ölçüsüz ve orantısız biçimde kişisel-rantsal çıkarlar lehine olduğu ve izaha muhtaç olduğu görülüyor.

Rezerv yapı alanı ilanının gerçek mahiyeti; soyut bir ön kabul olan kamu yararı görüntüsü gerisinde özel hukuk tüzel kişileri yani müteahhitler yararına yapılan ticari nitelikli bir işlem olmasıdır. Ortada mal sahiplerince ihtiyaç duyulan ve özel şirketlere yaptırılması mümkün olan inşaat işleri vardır. Özelleştirme yapmakla övünen hükümet, şimdi ‘inşaat yapmak ve yaptırmak benim işim’ diyerek özel mülklere el koyuyor, Anayasaya aykırı kamulaştırmalar yapıyor. İnşa edilecek ve edilen yapıların kamu hizmetine tahsis edilmesi ve kamu yararına konu olması söz konusu değildir. Anayasamızda öngörülenin aksine, kamu hizmetinin yürütülmesi için zaruri olan, ihtiyaç duyulan taşınmaz yoktur, ama özel mülke el koyma ve inşaat yaptırma, bedelini de mülk sahiplerine ödetme vardır.

Hükümet rezerv yapı alanı olarak ilan ettiği özel mülkleri aldıktan sonra ne yapacak? Ne olacak?  Sizi neler bekliyor? sorularına yanıt aradığımızda rantiyenin yolunu açan yasada ve ilgili diğer mevzuatta (7033 Sayılı CB Kararı gibi) şunları görüyoruz:

Devletin tapuda mülkiyetini bedelsiz devralarak el koyduğu arazi ve arsalarınız üzerindeki mülkiyet haklarınızı artık kullanamayacaksınız. Üzerinde bina varsa, sağlam dahi olsa oturamayacaksınız, kiraya veremeyeceksiniz. Satamayacaksınız. Altyapı hizmetlerinden de yararlanamayacaksınız. Üzerine inşaat yaptıramayacaksınız. Tahliye etmezseniz, direnirseniz hükümet konut dokunulmazlığını ve mülkiyet hakkınızı yok sayarak zor kullanacak.

Hükümet bu arazi ve arsaları yeniden düzenleyecek, üzerindeki binaları yıkacak, planlayacak, gerekirse satın alacak, bunları başka arsa ve arazilerle trampa yoluyla değiş-tokuş yapabilecek. Mülk sahiplerinin mülkiyet haklarını başka bir yerdeki arsa veya araziye aktarabilecek. Nitekim, TOKİ, bu amaçla kent merkezinden uzakta, altyapısı olmayan orman, mera vb vasıflı araziler üzerine, hiçbir kurumdan izin almadan, imar planları üretmeden, mimari projeleri onaylatmadan projeler gerçekleştirmektedir.

Bu gayrı menkuller için ‘gayrı menkul hisse senedi’ gibi menkul kıymetler çıkarıp, mülk sahiplerine verebilecek, fiziki olan taşınmaz mülkiyetinizi alınır-satılır temsili kağıtlara dönüştürebilecek. Bu arsa ve araziler üzerine yerli ve/veya yabancı müteahhitler, kişi ve şirketler ile (köprü, tünel, otoyol, şehir hastaneleri örneklerine benzer biçimde) Kamu-Özel Sektör (KOİ) iş birliğiyle toplu konut projeleri yaptırabilecek. Toplu konut projelerini kat ya da arsa karşılığı veya hasılat paylaşımı karşılığı müteahhitlere yaptırabilecek, müteahhitlere bina, kat ve daireler verecek. İnşaatlar bittikten sonra mülk sahiplerinden isteyeceği paraları müteahhitlerle birlikte belirleyip tahsil edecek. Mülk sahiplerinin arsa paylarını istediği gibi belirleyecek, kat mülkiyeti tesis edebilecek.

Bu konularda Cumhur Başkanı’na tanınmış, temerküz etmiş özel yetkiler mevcut.

Yukarıda özetlenen uygulama süreci; mülk sahibiyken açık bir mülksüzleştirme süreci, mülkiyet haklarının kısıtlanması süreci, mülkiyet hakkına konu taşınmazın m2 bazında küçülmesi süreci olarak gerçekleşecek. Mülk sahipleri mevzuattaki boşluklarla ve adli mercilerin işleyişinden kaynaklanan risklerle baş başa bırakılmaktadır. Bunlar yaşanan afet kadar önemli sorunlardır.

Rezerv yapı alanı ilan edilen bölgedeki özel mülke konu taşınmazların ne sahipleri ve adresleri, ne konumları, ne de fiziki ve geometrik sınırları bilinmemektedir. Bu sorun taşınmazın durumunun net ve somut olarak tespit edilmemiş olduğu kadastro geçmemiş yerlerdeki özel mülklerde daha büyüktür. Anayasamıza ve yasalara göre; belirsizlik içinde kamulaştırma vb uygulamalar yapılmaz. Dolayısıyla rezerv alan ilan edilen yerdeki özel mülkiyet haklarının özü Anayasa Md. 35 ve Md 46’ya aykırı olarak kısıtlanmaktadır.

Üstelik; inşaatlar bittiğinde, özel mülk sahiplerince geri alınacak taşınmazın niteliği, maliyeti ve geri alınma koşulları belirsizdir. Geri satın alma-ödeme gücü olmayanlar miras haklarını kaybedecek. Mülkiyet hakkının özünü etkileyen bu belirsizlik geri alım hakkını/güvencesini/garantisini ortadan kaldırmaktadır.

Kentsel dönüşüm yani afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi; imar planı olmaksızın ya da mevcut imar planlarına aykırı yapılaşmış yerlerin, imar planlarına uygun hale getirilmesi için iyileştirilmesi, bozulmuş kent dokusunun ve eskimiş riskli yapıların yenilenmesi sürecidir. Kentsel dönüşümün iki temeli var: Birincisi; Anayasal hak olarak sağlıklı çevrede ve sağlıklı yapılarda yaşamak için planlı kent ve kentleşme. İkincisi mülkiyet hakkının korunması.

Makro plan, koruma planı ve imar planı henüz hazır olmaksızın ‘rezerv yapı alanı’ ilan edilmesi hep söylüyoruz, ‘arabayı atın önüne koyarak gitmeye çalışmaktır.’ Plansız kentleşmenin getirdiği sorunlar; teknik altyapı çalışmaları olmadan şehir ve imar planları, koruma planları hazırlanmadan rezerv yapı alanı ilan edilerek çözülmez. Kentsel dönüşüm sadece inşaat yapmaktan ibaret değildir. Aksine, yapılan ve yapılacak yıkımlar kentin dokusunu, kentsel ve kültürel belleği ile demografik yapıyı yok eder. Kent merkezini işlevsizleştirir, kent vizyonunu yok eder.

Rezerv yapı alanları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından re’sen belirlenebileceği gibi, TOKİ veya İdare (belediye, il özel idaresi) ya da gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerinin talebi üzerine de belirlenebilmektedir. Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince bir alanın “Rezerv Yapı Alanı” olarak belirlenmesi talebinde bulunulabilmesi için talebe konu taşınmazların tüm maliklerinin muvafakati gerekmektedir. Sahip oldukları imar planıyla terkleri yapılmış arsalarının yaklaşık dörtte birini mükerrer olarak devlete terk etmeleri gerekmektedir. Kısacası; özel mülk sahipleri TOKİ dışında, kendi imkanlarıyla kendi inşaatlarını yaptırmaya kalktıkları zaman ciddi yasal zorluklarla ve mali yükümlülüklerle, mali külfetle karşılaşmaktadır. Hibe ve teşvik haklarından yararlandırılmamaktadırlar. Bu da yapılan düzenlemelerde TOKİ ve TOKİ’nin müteahhitlerinin, TOKİ’nin ‘ticari iş modelinin’ ve rantın esas alındığının-teşvik edildiğinin göstergesidir.

Kullanım amacı ve yeri somut ve net olmayan, Türkiye’nin istisnasız her köşesi için liyakatsiz ve orantısız biçimde kullanıma açık olan dolayısıyla şeffaf olmayan, bu yetkilerin mevcudiyeti ve kullanılması; Anayasanın 35 ve 46’ncı maddelerine muhalif olarak mülkiyet haklarının ihlal edilmesidir. Tapu kayıtlarında özel mülkiyet hakları yok sayılarak re’sen yapılan değişiklikler ve mülk sahiplerinin bu değişikliklere istinaden borçlandırılması gelecekte doğacak borç külfeti, miras bırakamama, mevzuat boşluklarından zarar görme, davalar açma, adli işlemlerin işleyiş riskleri, mülksüzleştirme gibi doğacak ciddi sorunların göstergesi ve habercisidir.

7471 SK’nda yer alan çerçevesi çizilmemiş ‘sınırsız yetkiler’ aynı zamanda; Anayasanın 126’ncı ve 127’nci maddelerinde ve Türk İdare Hukukunda yer alan Türkiye’nin idari yapısına ilişkin 5393 Sayılı Belediye Kanunu, 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu gibi düzenlemelere aykırı olarak Türkiye’nin idari yapısının merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki görev yetki dağılımının, yerel hizmetlerin sunulması için özel yasal yetkilerle donatılmış olan, seçimle iş başına gelen yerel yönetimlerin özerkliğinin ve fonksiyonlarının, Anayasadaki ‘yerinden yönetim ilkesinin’ tasfiye edilmesidir.

Selçuklu, Osmanlı dönemi dahil, tarihte mülkiyet ve toprak rejimi; iktisadi, sosyal ve siyasi gelişmeler üzerinde belirleyici olmuştur. Anamalcı sistemin özü olan mülkiyet hakları son derece hassas bir konu olup, deneme-yanılma yöntemi uygulamasına tahammülü yoktur. Aksi takdirde, ciddi sorunlar ve maliyetler yaratması riski mevcuttur.

Antakya’da 207 hektarlık bir alanın, İskenderun’da daha küçük bir alanın rezerv yapı alanı ilan edilmesi ve bu alanlardaki özel mülk sahiplerinin mülkiyet haklarını kullanamaz duruma gelmeleri; tüm Türkiye için pilot uygulama olup, buralarda ‘laboratuvar çalışmaları yapılacağı’ anlaşılmaktadır.

Bu işler yapılırken şeffaf, somut, tutarlı ve sonuç doğuracak açıklamalar yapmak, bilgi kirliliğinin önüne geçmek yerine, rantiyeciler, yandaş muhtarlar ve seçmenler ile medya üzerinden soyut mesajlar verilerek, propaganda yapılıyor ve kamuoyu yaratılmaya çalışıyor. Üniversitelerimiz, meslek odaları, STK’lar bu işin neresinde?

‘Biz ne yapıyorsak doğrudur!’ anlayışıyla yaratılan fiili durum ve hak arama konusundaki yasal kısıtlamalar karşısında mülk sahiplerinin hukuki mücadelesi önemlidir, ancak depremden 9 ay sonra ‘acele iş yapma’ adına oldukça sınırlandırılmış durumdadır. Bu nedenle kişisel ve sosyal hakların korunması ve savunulması için birlikte ve dayanışma içinde hareket etmek şart. Anayasamızın 35’inci maddesine ve Türkiye’nin taraf olduğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre; her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Hakkınızı arayınız! Geleceğinize sahip çıkıp koruyunuz!

Bu nedenlerle afeti, barınma ve mülkiyet hakkını rant aracı haline getiren 7471 Sayılı Kanun Anayasa Mahkemesi nezdinde yürütmeyi durdurma talebiyle iptal davası açılması elzemdir. Bu dava muhalif siyasi partiler ve milletvekilleri tarafından açılabilir ki; bu çabaları izliyor ve destekliyoruz.

Mülk sahipleri idare mahkemesinde dava açıp, mahkemeden 7471 SK’nun ilgili maddelerinin Anayasaya aykırı olduğunu iddia ederek, mahkemenin uygun görmesi halinde Anayasa mahkemesi nezdinde iptal davası açmasını talep edebilirler. Dava açabilmek için kendilerine e-devlet üzerinden tebligat yapılmasını beklemeleri, iletişim içinde olmaları gerekir.

Bir diğer yöntem ise, daha önce 7033 Sayılı Cumhurbaşkanlığı kararına karşı açılan davalarda olduğu gibi, mülk sahiplerinin tercihen bir araya gelerek, İdarenin (ÇŞİD Bakanlığı vb)  ‘rezerv yapı alanı’ ilan kararının iptali için Danıştay nezdinde dava açmasıdır. Mülk sahiplerinin dava açabilmek için kendilerine e-devlet üzerinden tebligat yapılmasını beklemeleri ve iletişim içinde olmaları gerekir.

Hatay Barosu açılacak davalarla ilgili çalışmaları devam ettiği için henüz dilekçe ve bilgi paylaşımı yapmıyor. Diğer konular, sürekli çıkan kararnameler ve değiştirilen kanunlar nedeniyle avukatlar üzerinde aşırı bir çalışma yükü mevcut. Ayrıca, avukatların da birer afetzede olduğunu unutmayalım. Halen ev ve büro sorunlarını çözememiş olmaları nedeniyle çok zor şartlarda, özel hayatlarından feragat ederek çalışıyorlar. Mağdur vatandaş çokluğu, dolayısıyla bilgi ve hizmet taleplerindeki artış, merkezi ve yerel yönetimlerin koordinasyon ve bilgi eksikliği, medyada yaratılan bilgi kirliliği avukatları fazlasıyla meşgul ediyor.

Merkezi hükümetin koordinasyonunda yerel yönetimlerle, meslek odalarıyla, üniversitelerle, STK’larla kent konseyleriyle samimiyetle işbirliği ve dayanışma içinde, vakit kaybetmeden icraat yapılmasının elzem olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz.

Mülk sahiplerine ve özel sektöre sağlanacak teşvik, vergi muafiyeti, kredi gibi kolaylıklarla deprem bölgeleri başta olmak üzere ülke genelinde kapsamlı, planlı-programlı bir kentsel dönüşüm seferberliği başlatılmalı ve depreme dayanıklı ve sağlıklı barınma ihtiyacı acilen karşılanmalıdır. Hatay (özellikle Antakya, Kırıkhan, Samandağ, Defne) kalkınmada öncelikli yöre ilan edilmelidir.

Bunlar yapılırken, yeniden yapılaştırma faaliyetlerini daha fazla gecikmeden etap-etap, mahalle-mahalle yapabilirlerdi yapmadılar, yaptırmadılar. Bu konuda daha fazla vakit kaybedilmemelidir.

Geçici ve kalıcı barınma sorunlarının çözümü için (çelik konstrüksiyon vb) yapı kooperatifleri teşvik edilmelidir.

 

Hükümetten, kamu görevlilerinden, merkezi ve yerel idareden, milletvekillerinden kamu hizmeti ve kamu yararına işler yapılmasını talep etmek anayasal, yasal ve demokratik haktır. Sessiz kalmayalım! Yorulmadan, tekrar-tekrar talep edelim. Anayasal, yasal ve demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanalım!

 

Saygılarımızla

 

Murat TENEKECİOĞLU

KADİM ANTAKYA DOSTLARI DERNEĞİ (KADOP)